Din için toprak gasp etmek, yani mülkiyeti başkasina ait olan yeri işgal etmek meşru değildir.
Bir önceki yazıdan devam…
Fetih Ordusu
Fetih ordusu isimli kuruluş, daha ziyade İdlib şehrinde bulunan muhalif grupların bir araya gelmesiyle kurulmuştur. Fetih ordusunu meydana getiren unsurlar, “El Nusra Cephesi, Şam Fethi Cephesi, Ahrar üs Şam, Nurettin Zengi Hareketi, Türkistan İslam partisi, Feylak eş Şam, Cund el Aksa, Liva el Hak” isimlerini almış grupların bir araya gelmesiyle tesis edilmiştir. Bu birlikteliğin Türkiye Cumhuriyeti, Suudi Arabistan ve Katar koordinasyonunda olduğu anlaşılmaktadır. Suriye rejim güçlerine karşı kurulduğu şüphesiz olan bu silahlı militarist örgüt saldırı başlatarak “İdlib, Cisr es Şuğur ve Eriha, Fua ve Kefraya” ele geçirilmiş, ancak 2015 yılında ise, daha önce alınamayan ve rejim güçlerinin elinde bulunan Duhur hava üssü El Nusra cephesi tarafından kontrol altına alınmıştır. Bu gruplar arasında bölgede şeriat uygulanması amacıyla devamlı sorunlar çıktığı bilinmektedir. Bu iç çatışmaların sonucunda, Cund el Aksa, el Feylak eş-Şam gruplarının Fetih ordusundan ayrıldığı gözlenmektedir. Fetih ordusunun Suriye ordusuna karşı, katıldığı muharebelere bakıldığında, 24 – 28 mart 2015 tarihinde ikinci İdlib muharebesinden galip ayrıldığı, 23 – 25 nisan 2015 tarihindeki Cisr eş Şuğur muharebesini kazandığı, 18 mayıs 2015 tarihindeki Mastuma muharebesini kazandıkları, bir ay süren, 28 temmuz ile 28 ağustos arasındaki El Gab taarruzunu başarıyla tamamladıkları, 28 mayıs 2015 tarihinde gerçekleşen Eriha muharebesinden de galip olarak ayrıldığı unutulmamalıdır. Cund el Aksa grubu ile Ahrarüs Şam kuruluşunun aralarında bölgede şeriat hukukunun uygulanması konusunda anlaşmazlık olduğu açığa çıkmıştır.
Heyet-i Tahrir El Şam (HTŞ)
“Heyet-i Tahrirî El Şam“ olarak anılan bu yapı aynı zamanda kısaca HTŞ olarak ta bilinmekte olup, 28 Ocak 2017 tarihinde Şam Fethi cephesi de bünyesinde olmak üzere, El Nusra Cephesi, Ensaruddin Cephesi, Ceysüs Sünne, Liva El Hak ile Nurettin Zengi Hareketinin birleşmesiyle kurulmuştur. Bu örgütlenme içerisinde, tamamen cihatçı selefi bir anlayışın esas olduğu bilinmektedir. Bu örgütlerin birleşmesinde, İslamcı komutan Ebu Cabir Şeyh’in önerilerinin etken olduğu unutulmamalıdır. Bu komutan birçok söylevlerinde, “ halk cihadı “ başlatmak istediğini ortaya koymuştur. 2017 yılının temmuz ayına gelindiğinde ise, Nurettin Zengi hareketi ile 2018 yılında Ensaruddin Cephesinin gruptan ayrıldıkları görülmektedir. Astana görüşmeleri yapıldığı aşamada, Türk silahlı kuvvetlerinin devriye gezebilmesi için HTŞ kuruluşundan izin istediği bazı kaynaklar tarafından iddia edilmiştir. HTŞ silahlı paramiliter örgütün ortalama olarak 16.000 ile 18.000 kişilik üye kapasitesi olduğu hesaplanmaktadır.
HTŞ örgütünün, medya organı “Amjad“ tarafından yine 3 Ocak tarihinde paylaşılan video, “Hiçbir zaman uzlaşmayacağız” başlığıyla uluslararası medya organlarında yer almıştı. Söz konusu HTŞ örgütün aynı zamanda aranan teröristler arasında yer alan lideri “Muhammed el Cevlani“ video içeriğindeki açıklamalarında, Esad yönetimi ile uzlaşma içine girmeyeceklerini belirterek konuşmasına devam edip, “suçlu rejim devrilinceye kadar mücadeleye devam edeceklerini” ortaya koymuştur. El Cevlani, bunun yanı sıra, “Suriye, Türkiye ve Rusya arasındaki üçlü görüşmelerin devrim için yeni bir meydan okuma teşkil ettiğini“ söylevine ilave etmiştir. Bu gelinen son noktada “Suriye halkına moralini bozmama“ çağrısı yapan el Cevlani, “HTŞ’nin mücadelesini gece gündüz sürdüreceğinin sözünü verdiğini“ söyledi ve herkesi grupla yan yana durmaya çağırmış olduğu bilinmektedir.
Geçmişte El Kaide’ye bağlı olan “Nusra Cephesi“ militanlarının kurduğu HTŞ silahlı terör örgütü İdlib şehrinde en güçlü askeri grup olarak değerlendirilmekte olup, Nusra Cephesi, Temmuz 2016 tarihinde El Kaide ile ilişkilerini sonlandırdığını açıklamıştır. Bu tarihten itibaren adının “Şam’ın Fethi Cephesi“ olduğunu ilan etmiştir. 2017 yılının başında ise Şam’ın Fethi Cephesi liderliğinde bir araya gelen “Ensar el-Din Cephesi, Ceyş el-Sunna, Liva el-Hak ve Nurettin Zengi Hareketi“ yeni bir çatı örgüt olarak HTŞ ismini telaffuz ederek kimliklerini ortaya koymuşlardır. Unutmamak gerekir ki, Ahrar’uş Şam ile HTŞ 2017 yılında birbiriyle savaşmış olsalar da müttefik konumunda oldukları bilinmektedir. Her iki grubun da HTŞ örgütü çatısı ve liderliği altında “El Fatah El Mubin operasyon odasında“ birlikte hareket ettikleri istihbarat elemanlarınca rapor edilmiş bulunmaktadır..
Suriye İç Savaşında Son Perde
2011 yılından başlayarak ülkemize AKP iktidarının tercihi ve uygulaması nedeniyle gelen sığınmacıların çok büyük bir sorun teşkil ettiği, “tek adam rejiminin“ kurucusu, Sayın Erdoğan hariç tüm toplum kesimleri tarafından bilinmektedir. Suriye iç savaşı nihayet belli bir son noktaya gelmiş ve geçici bir hükümetin de tesis edilmesi gündemdeki yerini almıştır. Suriye geçici hükümeti başkanı, aslen elektrik mühendisi olup, İdlib üniversitesinden ise “şeriat ve hukuk sertifikaları“ almış Muhammet el Beşir’in ifadesine bakılırsa, “kasada sadece değersiz Suriye lirası var“ demektedir. Çünkü bütün ülke dövizini, diktatör Beşar Esat ve yandaşları alıp ülkeden kaçmışlardır. El Muhaberat yetkililerinden Bayye, götürülen dövizin 138 milyar USD olduğunu açıklaması ise “tek adam yönetimine“ örnek teşkil edip ibret verici bir rakamsal meblağ olduğunu dikkate almak lazımdır.
Bunun yanı sıra, muhaliflerden HTŞ grubunun adamlarının da Suriye Merkez Bankasını talan ettikleri bir sır değildir. Malum, İslam geleneklerine göre, “ganimet almak“ dinen caizdir. Bu arada zihinlerinize bir not eklemek isterim. Türkler, İslamiyet’i kabul etmeden önce, şaman geleneklerinin hâkim olduğu görülür ki, “ganimet almak hem utanç verici“ hem de yasaktır. Suriye’nin parçalanmasına ön ayak olan ve planlamayı yapan ABD ve İsrail’in konumuna bakılırsa, bir kısmının ülkenin kaynaklarını paylaşmak ile meşgul olması, insanlık adına bir ibret abidesidir. ABD’nin sopası olarak hareket eden İsrail’e gelimce, onun da bir yıldan fazla Filistin’de 60.000 insanı katledip, soykırım suçu işlemesinin yanı sıra, Suriye ile Filistin’de toprak işgal etmesinin ise, akıl ve mantıkla izah edilecek bir yanı yoktur. İsrail gibi saldırgan ve soykırımcı ülkeler, ancak silahla durdurulabilir ki artık bunun neticesinin de 3. Dünya savaşının fiili olarak dünya kamuoyunun gündemine gelmesidir. İstihbarat akademilerinde anlatılan “ülkelerde tek kişi üzerine kurulacak bir yapının yıkılması çok daha kolaydır“ kavramını hatırlamakta yarar vardır. Unutmayınız ki, CIA kuruluşunun ülkeleri bölüp parçalama planları daima tek kişiye indirgenmiş yapıların oluşmasına dayanmaktadır. Bir hatırlatma olması açısından 2006 yılında, yani AKP iktidara geldikten 4 yıl sonra, Amerikan istihbaratı CIA Ankara istasyon şefi Paul Henze, tarafından hazırlanıp beyaz saraya sunulan bir rapordaki “Türkiye’nin bu şekliyle Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olmalıyız. Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Melis, Meclisi ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde, yargı karşımıza çıkabiliyor. Eğer Amerikan çıkarı, Türkiye’de bir federe kurulması ise, mutlaka ve öncelikle, Yargı, Ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine gidilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı kontrol etkimekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak Amerika için sorun olmaz“ diyebilecek seviyede bir görüş ortaya koymuştur.
Gelişmeler çerçevesinde, pentagonun da planlamaları eşliğinde, zaman içinde bu görüşün beyaz saray tarafından benimsenerek büyük Ortadoğu projesi kapsamında hayata geçirildiğini görmekteyiz. Artık Türk halkının “tek adam rejiminin“ neden ülkemize empoze edilerek enjekte edildiğini anlaması gereklidir. Önümüzde Irak ve Suriye örnekleri vardır ve basit bir analiz bile gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koymaktadır. Yeniden “Kuvayı milliye“ demekten başka çare var mı sizlere soruyorum?
Sığınmacıların Suriye’ye Geri Dönmeleri
Suriye’deki bütün bu olaylar herkesin gözü önünde olurken, bir de algı operasyonları çerçevesinde, yollara asfalt dökerek, hayatın normale döndüğü, medya vasıtasıyla ortaya atılmaktadır. Bunun da gizli servisler eliyle yapıldığını yakından biliyorum. Bu algı operasyonları kapsamında Sayın Erdoğan’ın da görev aldığını görmek şaşırtıcı olmamaktadır. O da kendi lisanı ve kibirli üslubu ile “çok şükür Suriye normale dönüyor, sınırlar açık, Suriyeliler geri dönüyor“ demektedir. Ancak 2011 yılından beri, iç savaş nedeniyle her taraf yıkılmış, virane haline dönmüş, kasasında hiç para olmayan bir Suriye var; bunun yanı sıra, Türkiye’de, düzeninin kurmuş, bedava eğitim, bedava sağlık hizmeti, bedava ilaç ve üzerine bir de maaş alan sığınmacı milyonlar kendi istekleri doğrultusunda Türkiye’den ayrılır mı? Kararı siz veriniz. Sayın Erdoğan ABD ve İsrail maşasına sarılarak ülkemiz aleyhine olan ( BOP ) uygulamasında aktör olarak yer almasının halkımıza olan maliyeti 60 milyar USD üzerinde olup, bu faturanın ilaveleri ile nasıl ödeneceği şu an itibariyle meçhuldür. Unutmamak gerekir ki, devlet kişinin yapamayacağı işleri yapabilen bir otoritedir. Devletin yargısının sübjektif değil adil olması düşünülür. Olabildiğince adil ve objektif olacağı esastır. Zayıf olan insan doğasının yapamadıklarını yapan organizasyon devlettir. İşte burada en önemli hususun ise devletin ehil ellerde yönetilmesinin olmazsa olmaz şart olduğunun da toplum kesimleri tarafından bilinmesidir. Devletin “tek bir adam“ eline bırakılmasının çok ciddi sorunları beraberinde getireceğinin önceden bilinmesi kaçınılmazdır. Osmanlı devletinden kalma otorite sorunu varken, halkın sürü olarak kontrol edilmesi, manipüle edilmesinin sonuçlarının onarılamaz yaralar açmasının da gerçek olduğu yaşayan örnekler bazında anlaşılmaktadır. Yeniden Osmanlı hayranlığı ve “Neo Osmanlıcılık“ politikalarının ülkeyi nereye götüreceğini hesaplamak çok kolay değildir.